Genel

Ne Harika Bir Dünya

Yeşil ağaçları görüyorum, kızıl gülleri de

Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.

Mavi gökleri görüyorum ve beyaz bulutları

Işıkla kutsanmış gün, karanlık kutsal gece

Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.

Gökkuşağının renkleri ne güzeller gökyüzünde

Ve bir de geçip giden insanların yüzlerinde

Nasılsın diyerek el sıkışan dostları görüyorum

Gerçekten seni seviyorum diyorlar

Ağlayan bebekleri duyuyorum, büyümelerini izliyorum

Hiç bilmeyeceğim kadar çok şey öğrenecekler

Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye

Evet düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.

    Bob Thiele ve George David Weiss ne de güzel yazmışlar What a Wonderful World şarkısını. Şu sıralar yapmak için can attığımız; yemyeşil ağaçlara bakmayı, doyasıya gökyüzünü seyretmeyi, insanlarla tokalaşmayı… En güzeli de ne biliyor musunuz? Bunlardan mahrum kalmadan güzelliklerini keşfedebilmişler. Adamlar, ne harika bir dünya diye şarkı yazmışlar. Louis Armstrong’da bir güzel seslendirmiş. Vikipedia’da şu şekilde bahseder; dönemin ABD‘sinde yükselen ırki ve politik gerginliğe bir panzehir olması amaçlanan şarkıda, günlük yaşamın sıradan güzelliklerinden zevk alınması betimlenir. Yine de şarkı ilk zamanlarda ABD’de tutulmamış, sürpriz bir şekilde Birleşik Krallık’ta başarı yakalamış. 

1968 yılında single olarak çıkan şarkı ile tanışmam sanırım benim ortalama 5,6 yaşlarımda babamın vesilesi ile oldu. Fakat şarkıyı bilinçli olarak tanıyıp, gitar repertuarıma almam bir kaç yıl öncesine kadar, Evrencan Gündüz’ün orjinal coverı sayesinde oldu. Hatta şarkıyı ilk dinlediğimde ne güzel bir şarkıymış, eski müziklere benziyor demiştim. Sonra araştırınca zaten bildiğim bir şarkı olduğunu keşfetmiştim. Belki bazıları bu şarkıyı, benimde en sevdiğim yabancı dizi olan, Black Mirror’un 4. sezon fragmanından hatırlayacaktır. O fragman döndüğü sıralar, o şarkıyı her duyduğumda, içimde “bakın o benim şarkım” dercesine sahipleniyordum. Türkçe sözlerini keşfetmem ise spor salonunda, dinlediğim ingilizce şarkıların türkçelerini düşünürken oldu. Şarkıyı hazmetmem ve yaşamam ise Corona döneminde, karantinada gerçekleşti. Yani bu şarkı hayatımın üç evresini içeriyor. Çocukluk, gençlik ve şimdi. 

   Yaşamın toz pembe olmadığını bilmemize rağmen bir şeylerin bize umudu fısıldamasını isteriz. Çünkü bu süreçte ihtiyacımız olan budur. İşte bu şarkı da aslında tam böyle bir ihtiyacın eseri. İyimser bir ruh hali taşıyan klasikleşmiş bir eser. 

Basitlik Huzurdur

Kimine göre çocuk şarkısı gibi de gelebilen, basit sözleri olan bir şarkı bu. Fakat basitlik değil midir her zaman huzur bulunan. Her zaman insanı içine çeken, dinginlik veren. Şehir hayatında yaşayan insanların, özellikle plaza çalışanı diye tabir edilen kitlenin, belli bir süre sonra küçük bir sahil kasabasına yerleşme fikrini sıkça duymaz mıyız? İnsanlar yavaş yavaş minimalizmi benimsemeye başlıyorlar. Sizlerin de büyük ihtimalle denk geldiği, Netflix’deki Minimalizm belgeselinde Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus’ın minimal hayatlarını anlatır. Aynı isimde bir kitapları da vardır. Bu konuya abartılı bakanlar için kendileri kitabın arka kapağında esprili bir sözle cevap vermişler. “Minimalist olmak için yüzden daha az şeyle yaşamalısınız ve arabanız, eviniz ya da televizyonunuz olamaz, bir kariyeriniz de. Tüm dünyadaki egzotik yerlerde yaşayabilmelisiniz ve bir blog yazmak zorundasınız. Çocuklarınız olamaz ve ayrıcalıklı bir geçmişi olan elit, genç bir adam olmalısınız. Tamam, şaka yapıyoruz.” 

Caz… Minimalizm… ?

Karantinada motivasyonunuzu yükseltmek, pozitif şeyler düşünmek ve kendinizi oyalamak için onu yapın şunu yapın gibi ifadeler kullanmayacağım. Tam tersine kendi kendinize hayıflanın. Dışarı çıkabildiğim günler, yanından geçtiğim ağacın o yemyeşil yapraklarına nasıl doyasıya bakmadan, mis gibi kokan o gülleri gözlerimle taciz etmeden nasıl yokmuş gibi yanından geçtim diye hayıflanın. Gökyüzünün, doğarken ayrı batarken ayrı harika bir manzara oluştururken, hiç mi vakit bulamadım o kızıllığı izlemek için diye sorun kendinize. Arkadaşlarınızla selamlaşırken aslında ne kadar soğuk davrandığınızı düşünün. İspanyollar gibi selamlaşmak için sımsıkı sarılmadığınıza hayıflanın. Yeni doğan her filize, yavruya, bebeğe bakarken içinizden sevgiyle, yaşadığınız dünyaya yeni dostlar geldiğini düşünerek….

Her şeyi bir yana bırakıp hala sağlıklı, hayatta, mutlu ya da huzurlu olduğunuz için etrafınıza bakıp “ne güzel bir dünya” demediğinize yakının. En önemlisi de hayatı minimal yaşayın ki bir daha böyle bir süreçten geçmemiz gerekirse, kaybedecek bir şeyiniz olmasın. Ciğerlerine doldurduğunuz hava, sevgisini hissettiğiniz insanlar, müzik ve kitap yanınızda olduğu sürece korkmayın.

Bir şeylerin değeri genelde kaybedilince anlaşılır. Fakat kaybettiğinizi sandığınız bir eşyanızı yeniden bulunduğunuzda, onu ilk halinden daha değerli görürüz. Bizlerde artık tüm bunların değerini anladık gibime geliyor. Her şey bittiğinde çiçeklerin de, gökyüzünün de, insanların da kıymetini daha fazla bileceğiz. En yakın zamanda tüm bunlarla buluşabilme dileği ile. 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir