Serüvenim

Ben 588

Sabah 5.30’da çalan alarmımı ertelemeden anında kalktım, uyur kalırım korkusuyla. Bir yandan çantamdaki meyvesuyu, Eti Form bisküvi ve enerji barını yerken bir yandan da bel çantama koyacaklarımı hazırladım. 

Yurdun önünden bizler için kalkacak bir otobüs yoktu. Şehir içi otobüs seferleri ise 7.30’da başlıyordu. Bu yüzden bir gece önce tanıştığım ve Çanakkale’den gelen ekibin otobüsüne ayakta da olsa rica edecektim. 7.00’da ısınma için koşu alanında olmam gerekiyordu çünkü. 

Otobüs sorununu aşmakla kalmayıp yolda o ekiple de kaynaşma şansı buldum. Onlardan ayrıldıktan sonra İstanbul’dan gelen 3 kişilik bir grupla daha tanıştık. Zaten 2 gün boyunca orada tanıştığım herkes ya İstanbul ya da Çanakkale’dendi. 

Bir ara Lozan Barış Anıtı’nın o tarafa gittiğimde iki yabancının birlikte fotoğraf çekilmeye çalıştığını gördüm ve onlara ingilizce olarak isterlerse fotoğraflarını çekebileceğimi söyledim. Sonrasında da onlar benim fotoğrafımı çekti. Bangladeş’den geliyorlarmış. Ne kadar gurur verici, farklı ülkeden birilerinin gelip bizim ülkemizde böyle bir müsabakaya katılmaları. 

Başlıyoruz

Isınma hareketleri için muhteşem bir bando takımı gelmişti. Müzik vazgeçilmezim <3 Onunla başlamak elbette ki yüzümü güldürdü. Fakat esas yüzlerimizi güldüren, klasik bando eserlerinin ardından koşunun Edirne’de olduğunu hatırlatmaları oldu. Isınma hareketlerini kimileri roman havası oynayarak gerçekleştirdi. 

Koşu başlamadan önce de hala o tanıştığım 3 kişilik gruplaydım. İşin ilginç tarafı hemen yanımda, birlikte başladığımız Deniz ile koşunun başlamasıyla ayrılmış olsak da koşunun sonlarına doğru yine denk geldik ve o benim bir adım önümde, neredeyse birlikte bitirdik. 

Run Forest Run

Normalde bireysel yaptığım koşularda koşunun ilk dakikasında aşırı bir nefes nefese kalma durumu ve gerisini nasıl bitireceğimi düşünme ile başlar. Ardından ritim ve nefesim oturdukça bir tık normale döner. Tabii neden koştuğumu, evde oturup sakince kitap okumadığımı sorgulamam ise aklımda her zaman olur:) Fakat ilginçtir bu koşuda başta da o kadar nefessiz kalmadım. Ortamın büyüsünden midir, seninle koşan yüzlerce kişinin enerjisinden midir bilmem sadece keyif aldım.

Kahvede oturup bizleri izleyen amcaları, sokağını süpürüp bunlar deli mi diye bakan teyzeleri, sabah sabah bizim yüzümüzden kapanan yollarda arabasının başında sinirle bize bakan insanları, kuzeyin esen ve serinleten rüzgarını, grupla yapılan bir işi ve ritmi çok sevdim. Belki de tüm bunlar sayesinde rahat başladım koşuya ve öyle de gitti. 

Kendi Yolunda

Sera Sayar’dan gördüğüm teknikle su şişemi enseme sıkıştırmıştım. Sadece gerçekten çok susadığımda içmek için yavaşlayacaktım, onun haricinde durmak yok. O an koşarken sadece merak vardı içimde. Rota’ya internetten bakmış olsam da ilk kez orada koşacaktım, ayrıca ilk kez Türkiye dışına çıkıp tampon bölgeden Yunanistan’a selam verecektim. 

Dediğim gibi, her ne kadar gruplarla koşu etkinliklerine gitmiş olsam da ilk defa 10km koşacaktım ve ilk defa bir maratondaydım. Bu yüzden tahmini 4km sonra yavaşlayanlar, yürüyenleri gördükçe çok da kötü olmadığımı düşündüm. Benim bu koşuda yaptığım sadece belirli bir ritimde gitmekti. Belki de müzikle ilgilendiğim için becerebildiğim en iyi şey buydu. Kalp ritmim ve nefesim de bu ritimle senkron oldu. Ben orada kimseyle yarışmıyordum, acelem yoktu. Ben kendimle koşuyordum, kendi yolumda, kendime koşuyordum.

Welcome To Greece

Yavaş yavaş Pazarkule Gümrük Kapısı göründü. İçerisinden geçtik ve oradan Türkiye yazan bir yazının altından ağaçlarla dolu bir yoldan devam ettik. Geçtiğimiz yerdeki görevliler bizlere espri yapmayı ihmal etmedi tabii. Geçin geçin sizden pasaport istemiyoruz 🙂 Artık karşımızda Yunanca harflerle yazı yazan bir kapı ve görevlileri vardı. Orada su dağıtıyorlardı, ben henüz kendi suyum olduğu için orayı es geçtim fakat ileride gölgede çok kısa bir su molası verdim, bir yandan hafif tempodayken. 

Yunanistan’ı arkamıza alıp dönüş yoluna geçtik. Tekrar bir su içmek için kendimi epey oyalamam gerekti. Çünkü tempomdan düşersem biliyorum ki daha çok zorlanacağım. O yüzden aşırı gerekmedikçe ritmimi bozmadım. “Şuraya kadar git söz orada su içeceksin Elif.” Oraya varırım ve, “burası kısaymış, henüz iyisin şuraya git öyle içersin” derken yolun az kalmış olduğunu görüp, “Elif bak bitiyor neredeyse sen hiç mola verme bitir öyle, bitince bir sürü su içersin, sadece bu yarışı bitir.” 

Son Hamleler

Diye diye kendimi telkinle tam varışa çok az kaldığını düşündüğüm sırada bir baktım ki bayraklarla bizleri ileriye doğru yönlendiriyorlar. Meğer 10K olabilmesi için köprüyü de geçip dönmek gerekiyormuş. Derken artık kendimi kandırdığımı farkettim ama yine de son bir güçle eğimli olan köprüyü çıktım ve bu sefer köprünün sonunda dağıtılan sulardan aldım. Bir kısmını içtim, diğer kısmını da kollarıma döktüm. Tabii o sırada hızlı tempo yürüyordum, koşmaya kısa bir ara vermiştim.

Tam o sırada Deniz ile denk geldik ve kısaca sohbet ettik. Hem su hem de yarışa başladığım arkadaşımı görmek beni motive etti. Zaten yaklaştıkça oradan dönen insanların “hadi biraz daha dayanın son 500 metre” sözleri de iyice rahatlattı. Yavaş yavaş artan ve seni alkışlayan insanların arasından geçiyorduk. Ben sabit bir ritimde devam ediyordum. Dedim ya, kimseyle yarışmıyorum, kendi yolumda gidiyorum. Bu yüzden son anda da bir depar atma ihtiyacı hissetmedim. Benim için yarışı tamamlamak bile yeterliydi ki beklediğimden iyi bir sürede de tamamlamış oldum. 

İlk Madalyam

Bitiş çizgisine birkaç adım kala sağlı sollu insanların tebrikler bağırışları çok motive ediciydi. Hatta kimilerinden “588 bravo” sözlerini duymak harikaydı. 

Ben 588. Yarışı 1 saat 3 dakikada bitirdim. Kendi gücümle, kendi kondisyonumla. Bu camiada kötü bile sayılabilecek bu rakam için ben gurur duyuyorum. Çünkü ilk resmi yarışım ve ilk 10K idi benim için. Kırmızı çizgiyi geçtiğimde tebrikler sözleriyle birlikte o hem fiziken hem de manen ağır olan madalyayı boynuma geçirdiler. Ardından serinlememiz için bizi sol taraftaki fışkiyelere yönlendirdiler. Deniz’e başardık dedim ve o soğuk suyun altında muhteşem bir mutlulukla gülümsedim. Birkaç saat sonra Türkiye genelindeki bir sonraki koşuları araştırıyordum. 

Koşu süresince ara ara gerek var mıydı bu kadar yol yapıp, sıcakta şartları zorlayıp nefes nefese kalmanın, dedim. Evet vardı. İyi ki de yapmışım. Edirne merkeze dönünce madalyamı Atatürk heykeli ve Mimar Sinan heykeli ile birlikte çektim. Bizi bu kadar spora teşvik eden atama söylediği yolda ilerlediğimi göstermek için.

Serüvenimin bu kısmında da heybemde bir sürü hikaye, bir sürü insan ve ağır bir madalya ile eve döndüm.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

2 Yorumlar

  1. Kadir kelleci says:

    Tebrikler 🎉

    1. eliferim says:

      Teşekkürler 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir